Klasik Coğrafya’nın Ortaya Çıkışı
Paylaş
Helenistik Çağ’ın sonuna gelindiğinde Roma İmparatorluğu’nun da genişlemesiyle birlikte coğrafî bilgi birikimi artmıştı. Ancak coğrafî çalışmaların sayısı henüz azdı. Yalnızca Polybius veya Poseidonius gibi başka alanlarda çalışan yazarların yapıtlarında coğrafî betimleri ve anlatımları görebilmek olanağı vardı. Dönemin en önemli coğrafî çalışmasını da yine gerçekte bir tarihçi olan Strabon 17 ciltlik yapıtı Coğrafya(Geographica) ile bilime kazandırıyordu.
Strabon, 5 kuşağa ayırdığı Dünya’nın yuvarlaklığını ve evrenin ortasında yer aldığını savunuyordu. Strabon 17 ciltlik dev yapıtında o zamana dek bilinen yeryüzünü betimliyor, olayların ve nesnelerin nerelerde olduğunu anlatıyordu. Strabon‘a göre coğrafî betim gerçekte, gözlem, inceleme ve “nerede”nin açıklamasıydı.
Bu dönemde Strabon‘un Coğrafya’sından sonraki önemli çalışma ise Vezüv’ün büyük patlamasını gözlemlerken ölen Plinius’un Doğal Tarih adlı yapıtıdır. Plinius’a göre evrenin yapıtaşlarına ilişkin her şeyi içeren bu çalışma 20.000 maddeden oluşuyordu ancak bilimsel bir dayanak noktası yoktu. Bu nedenle çokça ve acımasızca eleştirilmiştir.
Gerçekte bir gökbilimci olan ve 23 yıl dönemin en büyük kütüphanelerinden İskenderiye Kütüphanesi’nde çalışan Batlamyus ise önceki coğrafi çalışmaların çok ötesine geçecek ve Coğrafya’ya ilgi duymasından önce yazdığı Almagest önemli bir gökbilim kaynağı olacaktı.
Coğrafya adlı yapıtında ise yeryüzünün betimlenmesinden çok türlü özelliklerin hesaplanmasıyla ilgili matematiksel ölçümler ağır basıyordu. Daha çok harita yapımı üzerinde yoğunlaşan bu yapıtında Batlamyus günümüzde konik projeksiyon olarak bilinen çizim yöntemini oluşturma girişiminde bulunuyordu. Ayrıca Batlamyus, hayvan ve bitki türlerinin kuşaklar biçiminde yayıldığını düşünüyor ve canlı türlerine bakarak o ülkenin konumunu öngörebiliyordu.
Roma İmparatorluğu’nun çöküşüyle birlikte karanlık çağa giren Avrupa için bu yapıt 1406’da Latince olarak yeniden ortaya çıktığında bile tüm Avrupa için en yetkin kaynak durumundaydı. Bu karanlık çağda Avrupa’da Mappae Mundi veya T-O haritaları adı verilen dinsel haritalar kullanılıyordu. Ancak Aydınlanma Çağı’nda yeniden ortaya çıkan Batlamyus’un coğrafyası haritaların dinsel değil, bilimsel yöntemlerle çizilmesi gerektiğini Avrupalılara anlatacaktı. Hatta haritacılıkta dinsel yöntemleri bir yana attıran bu yapıt öylesine ünlenecekti ki Papa 2. Pius onu Vatikan puluyla ödüllendirecekti.
Sonuç olarak; Eski Yunan ve Roma dönemlerindeki coğrafi çalışmaları karşılaştıracak olursak Eski Yunan bilginlerinin çalışmaları daha yenilikçi ve özgünken Roma dönemi bilginlerinin çalışmaları daha çok çıkarcı ve taklitçi özellikler taşıyordu.
Kaynak
Nazmiye Özgüç ve Erol Tümertekin. Coğrafya; Geçmiş, Kavramlar, Coğrafyacılar. İstanbul: Çantay Kitabevi, 2010.