Mu Kıtası

Paylaş

Kayıp Kıta denince akla ilk gelen Atlantis’tir; ancak Atlantis’le ilgili henüz elimize geçmiş somut bir kanıt yok. Atlantis’in tersine Mu ise gözle görülebilir, somut kanıtları olan bir efsane. Şimdilik ”efsane” diyoruz çünkü henüz küresel bilim çevrelerince kabul görmüş değil.

Mu Kıtası adına ilk olarak 19. yüzyıl gezginlerinin notlarında ve yazar Augustus Le Plongeon’un yazılarında rastlanılmaktadır. Ancak Mu Kıtası’na gerçek ününü kazandıran emekli bir İngiliz subayı olan James Churcward’dur. James Churchward, araştırmaları sonucu yazdığı Kayıp Kıta Mu(1926), Mu’nun Çocukları(1931) ve Mu’nun Kutsal Sembolleri(1933) kitaplarıyla kıtaya ün kazandırmıştır. Le Plongeon’un döneminde kıtanın varlığı tartışmalı bir konumdayken, bugün kıtanın çöküşü fizikçilerce olanaklı görülmediği için bir ”efsane” olarak varsayılmaktadır.

1930 yılında Atatürk de Mu’ya ilişkin iddiaların ve Türklerin kökenin Mu’ya dayanması konusunun araştırılması için Tahsin Mayatepek’i Meksika büyükelçisi olarak atamıştı.

Kıtaya İlişkin Genel Bilgi

Mu Kıtası, Büyük Okyanus’un ortasında, bugünkü Afrika büyüklüğünde bir kara parçasıydı. Kıta, bugünkü Büyük Okyanus’ta batı-doğu doğrultusunda Mariana ve Paskalya adaları arasında, kuzey-güney doğrultusunda ise Havai ve Cook adaları arasında uzanıyordu ve bu adalar kıtanın yüksek dağlarının doruklarıydı. Tabletlere göre kıta neredeyse bir gecede yaşanan devasa yanardağ patlamaları, depremler ve sellerle sulara gömülmüştü.

Mu-kitasinin-ongorusel-yeri Mu Kıtası
Mu kıtasının tahmini yeri

James Churcward yaklaşık 30 yıl boyunca kıtaya ilişkin araştırma yapmış, yeryüzünde eski kültür ve kalıntılara ev sahipliği yapan çokça ülke gezmiş ve kıtaya ilişkin ayrıntılı bilgiler öğrenmişti. James Churcward en göze batan bilgilere ise Güneydoğu Asya ve Orta Amerika ülkelerinde rastlamıştı. Nepal’de eline geçen Naacal Tabletleri ona kıtaya ilişkin çokça bilgi sunmuştu. Tabletler Naga-Maya dilinde yazılmışlardı ve Churchward bu dili Nepal’deki bir Budist rahipten öğrenip yine aynı rahibin yardımıyla tabletleri çözümledi. Bu tabletlere göre insanlık Mu’da doğmuş ve gelişmişti. Kıta, insanlığın ve uygarlığın gelişebilmesi için en elverişli iklim ve çevre koşullarına sahipti.

Mu Kıtası, 12.000 yıl kadar önce battığında yaklaşık 64 milyon kişiye ev sahipliği yapıyordu. Kıtada belirli kabileler vardı ve aralarında savaş yaşanmazdı. Kıta, o döneme göre üstün bir teknolojiye ulaşmıştı, öyle ki; çevresindeki devasa okyanusu aşabilecek gemiler yapmışlar ve hemen tüm dünyada sömürgeler kurmuşlardı. Tarih kitaplarında ilk uygarlıklar olarak öğretilen Orta Asya, Mısır, Sümer, Maya, İnka, Aztek, Fenike, İndus vb. uygarlıklar gerçekte Mu’nun sömürgesi konumundaydı ve Mu Kıtası battıktan sonra ancak kendi kültür ve uygarlıklarını geliştirdiler.

Kanıtlar

Kıtanın varlığına ilişkin en önemli kanıtlar James Churchward’un Nepal’de, William Nixen’ınsa Meksika’da ulaştığı tabletler. Tabletler, bu iki araştırmacıya kıtadaki yaşama ilişkin çokça ayrıntılı bilgi sunmuştu.

Yukarıda sözünü ettiğimiz eski uygarlıklar, kültürel açıdan birbirlerinden değişik olsalar da kıtanın varlığına kanıt olabilecek kimi ortak özellikleri de barındırıyorlar. Kendi dönemlerinde birbirlerinden çok uzakta yer alan Aztek, Mısır, Orta Asya ve Japon uygarlıklarına ilişkin ortak kalıntılardan piramitler bu kanıtlardan biri. O dönemde bu yapıtların haberleşme aracılığıyla ortak bir girişim olarak yapılmaları olanaklı değildi ve bu durum ortak bir kültürden gelindiğini gösteriyor olabilir. Aynı zamanda bugün Meksika sınırları içerisindeki Maya piramidi Uxmal Tapınağı’nda bulunan yazıtlarda şu cümle yer almaktadır; “Bu tapınak batıda batan toprakların anısına yapılmıştır.”. Bu yazıdan yola çıkacak olursak Meksika’nın batısında yani Büyük Okyanus içerisinde bir kıtanın geçmişte var olduğu sonucuna ulaşabiliriz.

Mu’nun sömürgeleriyle tüm yeryüzüne yayılan kimi uzak kültürlerin, gerçekte yakın olduğu ve ortak bir geçmişe sahip olduğu düşünülebilir. Bu kültürlere verilebilecek en açık örnekler İskit, Sümer, Bask ve Kelt kültürleridir ki; dört kültür de geçmişteki savaşçı özellikleriyle bilinir. Ayrıca dillerinde de çokça ortak sözcük bulunmuştur.

Kıtanın bütününde inanılan tek tanrılı din de kanıtlardan biri olarak sayılabilir. Bu dine göre yeryüzünü ve tüm evreni yaratan tek bir tanrı vardır. Mulular, tanrılarına öylesine saygı duyarlardı ki dua ederken doğrudan onunla iletişime geçmezler; tanrılarına seslerini duyurabilmek için “Ra” adını verdikleri Güneş’i kullanırlardı. Güneş, Mulular için kutsaldı ve bu durum Mu’nun sömürgesi olan Mısır’a da yansımış ve Eski Mısır’ın Güneş tanrısının adı Ra olmuştur. Ayrıca Mulular tanrılarına bir ad vermemişler “O” diye söz etmişlerdir. James Churchward bu duruma kıtalarında özellikle vurgu yaparak kıtadaki manevî yaşamın üst düzeyde olduğuna vurgu yapmıştır.

Büyük Okyanus çevresindeki en göze batan bulgulardan biri de Japonya’ya bağlı Yonaguni Adası açıklarında bulunan piramit biçiminde bir anıt. Adalı bir yüzücü tarafından rastgele bulunan anıtın başlarda en az 10.000 yıllık olduğu ve Mu Kıtası’nın sömürgelerinden birinin kalıntısı olduğu öngörülmüştü ancak yapılan testler sonucu anıt 2000-3000 yıl öncesine tarihlendi. Bir deprem sonrası su altında kalmış olduğu öngörülen anıta ilişkin Mu’dan kaldığı konusunda kuşkular hâlâ varlığını koruyor.

Yonaguni-kalintilari Mu Kıtası
Yonaguni kalıntıları.

Şili’ye bağlı Paskalya Adası da Mu’dan kaldığı öngörülmüş olan kimi yapıtlara sahip. Ada, kıtanın en güneydoğusunda olduğu düşünülen dağların doruğu varsayıldığından bu heykellerin de Mu’dan kaldığı öngörülmüştü ancak yapılan araştırmalar sonucu heykellerin 1250-1500 yılları arasında Rapa Nuilerce yapıldığı ortaya çıkınca kıtayla ilgisi kalmadı.

Moai-Yontulari-Paskalya-Adasi-Sili Mu Kıtası
Moai Heykelleri, Paskalya Adası, Şili.

Yine bir Mu kalıntısı olduğu öngörülen bulgulardan biri de Mikronezya Adaları’ndan Pohnpei’nin kıyısındaki eski şehir Nan Madol. Adada en eski kültürel izler 1. ve 2. yüzyıla dek gitse de Nan Madol gibi taştan bir şehrin yapılması 12.-13. yüzyılı bulduğu öngörülmektedir. Dolayısıyla kalıntıların Mu’dan kalmış olması çok da olanaklı değil.

Nan-Madol-kalintilari-Pohnpei-Mikronezya-Federal-Devletleri Mu Kıtası
Nan Madol kalıntıları, Pohnpei, Mikronezya Federal Devletleri.

Efsanenin Geçmişi

Kıtanın adı ilk kez Le Plongeon’un Yukatan’daki Maya kalıntılarında yaptığı incelemeler sonucu ortaya çıkmıştır. Bu incelemelere göre Mısır, Yunan ve Maya uygarlıklarının geçmişleri bilinenden çok daha eskiye dayanmaktadır. Yine Le Plongeon’a göre Mısır ve Maya uygarlıklarının oluşturan kavimler batan kıtadan kaçan kimselerdir.

Eleştiriler

Jeolojik Değerlendirme

Çağdaş jeolojinin temel kurallarını ortaya koyan Wegener Kuramı’na göre bir kıtanın batması olanaklı görülmemektedir. Yer kabuğu, sial ve sima adı verilen, iç yapıları değişik olan iki katmandan oluşmaktadır. Sial, kıtasal kabuğu oluştururken, sima okyanusal kabuğu oluşturmaktadır ve bir kıtasal kabuğun bütünüyle derine çöküp sima olabilmesi olanaklı görülmemektedir.

Kıtasal kayma, Pangea’nın parçalanmasında olduğu gibi okyanusal ve kıtasal kabukları parçalayıp biçim ve konumlarını değiştirebilir. Ancak bu değişim milyonlarca yıllık bir süreç içinde gelişmektedir ve insanın ortaya çıkışından beri geçen görece kısa zaman diliminde böylesine büyük çapta bir değişimin yaşanması çok da olanaklı değildir. Büyük Okyanus’un tabanında da herhangi bir jeolojik ize henüz rastlanılamamıştır ve okyanustaki adalar genellikle volkanizma etkisiyle oluşmuş adalardır.

Arkeolojik ve Genetik Değerlendirmeler

Bilinen tarihsel gelişim Mu Kuramı’nın gözden düşmesine neden olmuştur. Mu Kuramı’nın tersine küresel uygarlık Orta Doğu’da başlayıp tüm dünyaya yayılmıştır ve Eski ve Yeni Dünya karalarında ayrı ayrı gelişmiştir. Ancak Mu Kuramı’na göre ise uygarlık Mu’da başlamış ve sömürgeler aracılığıyla tüm dünyaya yayılmıştır.

Son olaraksa Pasifik yerlilerinin genleri Amerika ve Eski Dünya Karaları’ndaki eski dönem bireylerininkilerle benzerlik göstermemektedir.

Sonuç

Büyük Okyanus’ta neredeyse kimsenin yaşamadığı adalarda hatta okyanus sularının içinde bulunan dev yapılar, birbirinden uzak bölgelerde yapılmış piramitler, çok uzakta yaşayan ancak benzer olan kültürler ve diller, Büyük Okyanus çevrelerinde büyükçe bir kara parçasının var olduğunu gösteren yazıtlar ve tabletler gerçekte kıtanın varlığına ilişkin mantıklı birer kanıt. Ancak yine de kıtanın batışı jeolojik olarak kanıtlanamadığı sürece varlığı da yalnızca bir efsane konusu olarak kalmayı sürdürecektir.

Kaynakça

Churchward, J. (1933). Mu’nun Kutsal Sembolleri. Emre Özdal (Çev.).

Churchward, J. (1931). Mu’nun Çocukları. Ercan Arısoy (Çev.).

Churchward, J. (1926). Kayıp Kıta Mu. Pelin Tornay (Çev.).

Berat Aydın

1992'de Bursa'da doğdum. İlk ve orta öğrenimimi Bursa'da tamamlayıp yüksek öğrenim için İstanbul Üniversitesi Coğrafya Bölümü'nü tercih ettim. Burada tanıştığımız arkadaşlarımızla Ekopangea'yı kurduk ve geliştirmeye çalışıyoruz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir