Türk Müzeciliğinin Doğuşu

Paylaş

Müze kavramının kökeni Antik Yunan dünyasına dayanmaktadır. Grekçede “mouseion” kelimesi, Yunan mitolojisinde baş tanrı Zeus ile Mnemosyne’nin kızları olan mousalar(ilham perileri) için adanan tapınak anlamına gelir. Bu terim, sanat ve bilimle uğraşılan yerleri de ifade eder. “Mouseion” kelimesi Latinceye “museum” olarak geçmiş ve günümüzde İngilizcede ve Almancada “museum”, Fransızcada ise “musée” olarak kullanılmaktadır.

Müzelerin mekânsal bir kavram olarak ortaya çıkmasıyla birlikte farklı tanımlamalar yapılmıştır. Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü internet sitesinde müze şu şekilde tanımlanmıştır: “Toplumun hizmetinde olan ve onun gelişimi için çalışan, insanlığın somut ve somut olmayan kültürel mirası ile çevresini tanıması ve sahiplenmesi amacıyla ilmi yöntemlerle açığa çıkaran, inceleyen, değerlendiren, koleksiyonlar oluşturan, koruyan, tanıtan, sürekli ve geçici olarak sergileyen, eğiten, kültürel ve sanatsal zevkini ile dünya görüşünü geliştirmesinde etkili olan, kamuya açık, kâr amacı gütmeyen daimi kuruluştur.” Bu tanımlamalar modern müzeler için geçerli olsa da, müzeciliğe benzer faaliyetlerin insanlığın en eski dönemlerinden beri var olduğu söylenebilir. Yeni Taş Çağı’nda(Neolitik Çağ) insanların atalarından kalan nesneleri saklamaya başladıkları görülmektedir. Ayrıca bu dönemlerde bazı bireylerin statü elde edebilmek için nesneleri ele geçirip muhafaza etme çabaları, ilkel bir müzecilik anlayışının oluşmasına zemin hazırlamıştır. Eski Çağ medeniyetlerinin, mağlup ettikleri devletlere ait önemli tanrı heykellerini kendi ülkelerine götürmesi de bu anlayışın bir parçasıdır.

Balbal-238x300 Türk Müzeciliğinin Doğuşu
Balbal, Kırgızistan.

Türklerde müzeciliğin ortaya çıkışına değinmeden önce, eski dönemlerdeki koruma anlayışına da değinmek önemlidir. Türk müzeciliğinin kökenlerini Türkistan’da aramak yerinde olacaktır; çünkü Türklerin çok eski dönemlerden beri atalarından kalan eserlere önem verdiği bilinmektedir. Atalarının hatıralarını yaşatmak isteyen Türkler, balbal adı verilen mezar taşlarına atalarının suretlerini kazımış ve bu alanları dönem dönem ziyaret etmişlerdir. İslamiyeti kabul eden Türkler de atalarının hatıralarını yaşatabilmek adına kümbetler ve türbeler inşa etmiş, bu alanları belirli aralıklarla ziyaret etmişlerdir. Tüm bunlar, ilk müzecilik faaliyetleri olarak değerlendirilebilir.

Modern müzeciliğin ortaya çıkışı, İtalya’da Rönesans Dönemi’ne denk gelmektedir. Rönesans ile birlikte Avrupa’daki aydınlar, kültürel bağları olduğunu düşündükleri Roma ve Antik Yunan’a ait eserleri koleksiyonlarına katmaya başlamışlardır. Daha sonra misafirperverliklerini gösterebilmek amacıyla bu eserleri sergilemeleri, modern müzeciliğin doğmasına sebep olmuştur. Reform Dönemi’nde koleksiyonlarını zenginleştirmeye devam eden aydınlara ek olarak devletler de kendi koleksiyonlarını oluşturmaya başlamıştır. Bu girişimlerin sonucunda İngiltere’de British Museum ve Fransa’da Louvre Müzesi gibi büyük müzeler kurulmuştur. Sanayi Devrimi ile birlikte her alanda rekabet etmeye başlayan Avrupalı devletler, eski eserleri koleksiyonlarına katmak için birbirleriyle yarışa girmiştir.

aya-irini-252x300 Türk Müzeciliğinin Doğuşu
Aya İrini Kilisesi, Fatih, İstanbul, Türkiye.

Osmanlı Devleti’ndeki müzecilik faaliyetlerine baktığımızda, ilk dönemlerden itibaren görkemli türbelerin yaptırılması ve bu alanların ziyaret edilmesi oldukça önemlidir. Ancak Osmanlı’daki gerçek anlamda ilk müzecilik faaliyetlerinin II. Mehmet zamanında başladığı, I. Selim döneminde ise geliştirildiği görülmektedir. II. Mehmet, İstanbul’un fethedilmesinden sonra Bizans’a ve Hristiyanlık’a ait kıymetli eserleri ve savaş ganimetlerini toplayarak bunların Aya İrini Kilisesi’nde muhafaza edilmesini istemiştir. I. Selim’in Mısır seferinden sonra Memlüklerden aldığı kutsal emanetleri Topkapı Sarayı’na getirip burada titizlikle saklaması ve dini günlerde halka açılması da Osmanlı’daki müzecilik uygulamaları arasında sayılmalıdır. Sultan III. Ahmed(1703-1730) Dönemi’ne kadar silah deposu olarak kullanılan Aya İrini Kilisesi’deki eserlerin, 1726 yılında düzenlenmesiyle Darü’l-Esliha(Silah Ambarı) oluşturulmuş ve burada onun isteğiyle savaş ganimetleri ve antika silahlardan oluşan bir sergi açılmıştır. Her geçen gün müzecilik hareketlerinin merkezi haline gelen Darü’l-Esliha, zamanla geniş bir koleksiyon özelliği kazanmıştır. Burası, Avrupa’da aynı dönemde yaygınlaşmakta olan “kabine odaları” denilen koleksiyonlar gibi, halka kapalı olup ancak padişahın özel izniyle ziyaret edilebilmekteydi. Osmanlı’nın ilk dönemlerinden itibaren başlayan bu gelişmeler, modern Türk müzeciliğinin ilk evrelerini oluşturmuştur.

Resim8-276x300 Türk Müzeciliğinin Doğuşu
Fethi Ahmet Paşa

Modern Türk müzeciliğinin ortaya çıkışı ise Tanzimat Fermanı’ndan sonra gerçekleşmiştir. 1843 yılında Tophane müşirliğine getirilen Fethi Ahmet Paşa, Sultan Abdülmecit’in teşvikleriyle imparatorluğun farklı bölgelerinde bulunan eserleri silah deposu olarak kullanılan Aya İrini’ye getirtmeye başlamıştır. Zamanla gelen eserlerin sayısının artması üzerine Fethi Ahmet Paşa, Aya İrini’de bulunan eserleri Eski Eserler Derlemesi ve Eski Silahlar Derlemesi olarak sınıflandırmıştır. Aya İrini Kilisesi’nde yapılan bu düzenlemeler, ileride kurulacak olan Müze-i Hümayun yani bugünkü adıyla İstanbul Arkeoloji Müzesi ve Askeri Müze’nin çekirdeğini oluşturmuştur. Fethi Ahmet Paşa’nın yaptığı bu sınıflandırma ile modern Türk müzeciliğinin temelleri atılmış, ancak onun ölümüyle müzecilikte yaşanan gelişmeler bir süreliğine duraksamıştır. Daha sonra Sultan Abdülaziz döneminde Maarif Nezareti’nin önerisiyle Aya İrini Kilisesi’ndeki eserlerle Müze-i Hümayun kurulmuştur. Müze-i Hümayun’un kurulması ve gerekli kanunların çıkarılmasıyla(Eski Eser Kanunları) Türk tarihinin ilk modern müzesi İstanbul’da imparatorluk müzesi olarak kurulmuş oldu.

aya-irini Türk Müzeciliğinin Doğuşu
Eski Silahlar ve Eserler Derlemesi

Müze-i Hümayun’un kurulmasını takiben, ülkenin dört bir yanındaki eserler de müzeye getirilmeye devam etmiştir. Bu süreçte müzenin başına getirilen İngiliz Edward Goold’un ilk defa müzenin envanterini çıkardığı görülmektedir. Goold’dan sonra sırasıyla Pio Francesco Carlo Terenzio, Anton Derthier gibi yabancılar müzenin başına getirilmiştir. Derthier Dönemi’nde Müze-i Hümayun’un Aya İrini’den Çinili Köşk’e taşındığı görülmektedir. Derthier’in ölümünden sonra Müze-i Hümayun’un başına Osman Hamdi Bey getirilmiştir.

Osman Hamdi Bey’in Müze-i Hümayun müdürü olarak görevlendirilmesi, Türk müzeciliği ve arkeolojisi için önemli bir dönüm noktasıdır. Onun döneminde yaşanan gelişmeler ve yapılan kanuni düzenlemelerle çok sayıda eser müzeye kazandırılmıştır. Bu süreçte Osman Hamdi Bey, bizzat gerçekleştirdiği kazılarla İskender Lahdi ve Ağlayan Kadınlar Lahdi gibi birçok eseri müzeye getirttiği görülmektedir. Osman Hamdi Bey müze müdürlüğüne başladığında müzede 650 eser bulunurken, 1910’da öldüğü tarihte bu sayının 109.000’e ulaştığı görülmektedir.

Osman Hamdi Bey zamanında artan kazılarla çok sayıda eserin müzeye kazandırılması, Çinili Köşk’ün yetersiz kalmasına sebep olmuştur. Bunun üzerine Osman Hamdi Bey, Mimar Alexandre Vallaury’ye modern bir müze binası çizimi yaptırmıştır. Sultan II. Abdülhamit’in onayıyla Müze-i Hümayun’un yeni binası yaptırılmıştır. Bu bina günümüzde İstanbul Arkeoloji Müzelerinin ana binası olarak hizmet vermekte ve dünyanın önemli müzeleri arasında yerini korumaktadır.

mendel-gorsel6-5261 Türk Müzeciliğinin Doğuşu
Müze-i Hümayun Ana Binası, Fatih, İstanbul, Türkiye.

Türk müzeciliği Cumhuriyet Dönemi’nde de gelişmeye devam etmiştir. Mustafa Kemal Atatürk’ün tarih ve arkeolojiye olan ilgisi ve bu tür çalışmaları desteklemesi, farklı müzelerin açılmasına sebep olmuştur. Bu dönemin en dikkat çekici yapılarından biri, 1925 yılında inşasına başlanan ve 1930 yılında ziyarete açılan Ankara Etnografya Müzesi’dir. Bu müze, kapatılan tekke ve türbelerdeki eserlerin sergilenmesi amacıyla kurulmuş olup, halk yaşamına dair törensel ve günlük eşyalarla zenginleştirilmiştir.

Cumhuriyetin ilk yıllarında, bu müzenin yanı sıra Anadolu’nun birçok ilinde yeni müzeler açılmış ve bu sayede müzecilik ülke genelinde yaygınlaşmıştır. Günümüzde Türkiye’de toplam 465 müze bulunmaktadır; bunlardan 205’i Bakanlığa bağlı, 260’ı ise Bakanlık denetimindeki özel müzelerdir. Bu müzeler, yalnızca eserlerin sergilendiği mekânlar olmaktan çıkmış, eğitim, ulusal ve uluslararası konferanslar, seminerler ve çeşitli sosyal-kültürel faaliyetlerin gerçekleştirildiği önemli kurumlar haline gelmiştir.

Son yıllarda açılan Gaziantep Zeugma Mozaik Müzesi ve Çanakkale Troya Müzesi gibi yeni müzeler, çağdaş müzecilik anlayışıyla tasarlanmış ve ziyaretçilere sunulmuştur. Bu gelişmeler, Türkiye’nin kültürel zenginliğini ve tarihini daha geniş kitlelere ulaştırmayı amaçlayan bir müzecilik anlayışının benimsenmesine katkıda bulunmuştur.

Kaynakça

https://kvmgm.ktb.gov.tr/

Hüseyin Muşmal – Hasret Gümüş – Türkiye’de Müzecilik(1839-1938)

Fethi Ahmet Paşa – TDVİA

Müze – TDVİA

Osman Hamdi Bey – TDVİA

Osman Hamdi Bey – Arif Müfid Mansel

Osmanlı’dan Günümüze Türkiye’de Müzeler – Halit Çal

Ramazan Sarıkaya

2000 yılında Bayburt'ta doğdum. İlk ve orta öğrenimimi Bursa'da tamamladım. Yüksek öğrenimi 2018-2022 arasında Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü'nde tamamladım.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir